Psikoloji literatürüne John Bowlby tarafından kazandırılan bağlanma kavramı son yıllarda karşımıza daha sık çıkmaya başladı. Farklı bağlanma stillerinin olduğu düşüncesi ile karşılaşınca belki sen de dahil olmak üzere birçoğumuz hangi bağlanma stiline sahip olduğumuz ve bunun hayatımızı nasıl etkilediği üzerine düşünmeye, hatta belki de bağlanma stilimizin ne olduğunu bize söyleyen testler çözmeye başladık. Peki sahiden nedir bu bağlanma kuramı? İnsanlara bağlanırken sahip olduğumuz bir örüntü olabilir mi? Neden bazılarımız romantik bir ilişki içinde olmaya yoğun bir ihtiyaç duyarken kimilerimiz bu ilişkilerden kaçınma eğiliminde oluyor? Bağlanmanın kaç farklı biçimi var ve bunlar neler? Hangi bağlanma stiline sahip olduğumuzu nasıl biliriz ve bu bağlanma stilini nasıl geliştirmiş olabiliriz? Bağlanma biçimimizin yakın ilişkilerimizden profesyonel hayatımıza uzanan etkileri neler olabilir? Bu yazımızda sırasıyla bu sorulara cevap aramaya çalışacağız.
Bağlanma Teorisi Nedir ve Neden Önemlidir?
İlişkiler içerisinde birbirine benzer deneyimler yaşasak da hepimiz bu deneyimlere farklı şekilde yaklaşıyoruz. Partnerimizle gün içerisinde mesajlaşmaya ne kadar ihtiyaç duyduğumuzdan yeni biri ile tanıştıktan ne kadar süre sonra bir ilişkiye hazır olduğumuza kadar bağlanma stillerimiz hayatımızı farklı şekillerde etkileyebiliyor. Bu farklılıkların nasıl ve neden oluştuğunun cevabı birçok araştırmacı tarafından aransa da günümüzde psikoloji literatüründe kabul gören teorinin John Bowlby’nin Bağlanma Teorisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu teoriye göre, erken çocukluk döneminde birincil bakım verenlerimiz ile kurduğumuz ilişki, yetişkinlikte nasıl ilişkiler kuracağımıza dair bize bir model oluşturuyor. Duygu dünyamızın oluşmaya başladığı ilk çocukluk döneminde ebeveynlerimizin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarımızı ne kadar fark edebildiği, bu ihtiyaçlara ne kadar düzenli ve istikrarlı bir şekilde cevap verdiği ya da hangi beklentilerimizi ne kadar karşıladıkları gelecekte nasıl ilişkiler kuracağımız üzerinde de belirleyici oluyor. Bu ilk bağlanma deneyiminde hissettiğimiz terk edilmişlik, kaygı ya da güven, yetişkinliğimizde diğer insanlarla kurduğumuz bağlara da işleyebiliyor. Çünkü kurduğumuz bu ilk ilişki; kendimizi, duygularımızı ve dünyayı güvenli olarak tanımlayıp tanımlayamayacağımız üzerinde etkili oluyor.
Bağlanma Stilleri Nelerdir?
Erken çocukluk döneminde yaşadığımız deneyimler, temelde güvenli ve güvensiz olmak üzere farklı bağlanma stilleri geliştirmemizde etkili oluyor. Güvensiz bağlanma, yine geçmişimizdeki dinamiklere göre üç farklı şekilde sergileniyor: kaygılı bağlanma, kaçıngan bağlanma ve düzensiz bağlanma. Güvenli, kaygılı, kaçıngan ve düzensiz olmak üzere dört bağlanma stili kişiden kişiye ve her ilişki içerisinde farklı şekillerde kendini gösterebiliyor. Yüksek oranda kaygılı bağlanma stiline sahip olan iki insanın ilişkiler içerisinde aynı şekilde davranacağını söylemek mümkün olmuyor. Ancak bağlanma stilimiz, kurduğumuz ilişkilerin dinamikleri, sınırları ve hangi duygulara dayandığı üzerinde etkili olabiliyor.
Güvenli Bağlanma Stili
Daha çok güvenli bağlanan kişiler, kendini başkalarına açmakta ve ihtiyaç duyduklarında güvendikleri kişilerden destek istemekte daha rahat oluyorlar. Aynı şekilde başkalarının kendilerinden destek istemesine izin veriyor, karşılıklı güvene dayalı ilişkiler kurmakta zorlanmıyorlar. Çevrelerindeki dünyaya ve kendilerine güvendikleri için ilişkilerindeki problemleri iletişim kurarak çözmeye eğilimli oluyorlar. Daha uzun vadeli ilişkiler kurabiliyor ve yakın ilişkilerinde bir sorunla karşılaştıklarında daha sakin kalabiliyorlar. Hem kendilerine hem de dünyaya daha olumlu bakıyorlar. İnsanlarla bağ kurmakta zorlanmasalar ve ilişkilerden keyif alsalar da bir yandan da yalnız olmakla ilgili büyük bir sorun yaşamıyorlar. Kendilerine dair düşüncelerinin olumlu olup olmaması başkalarının onayına bağlı olmuyor.
Psikoloji literatüründeki önemli deneylerden olan Yabancı Durum Deneyi’ne (Strange Situation Experiment) göre, ebeveynleri ile güvenli bağlanan çocuklar, anneleri bir süreliğine yanlarından ayrıldığında gözle görülür şekilde üzülüyor ancak anneleri yanlarına geri döndüğünde kolayca sakinleşebiliyor ve kendilerini oyun oynamaya verebiliyorlar. Güvenli bağlanan insanların çocukluğuna baktığımızda çoğunlukla ebeveynleri tarafından ihtiyaçlarına hızlı ve tutarlı bir şekilde cevap verildiğini, aile içerisinde değer gördüklerini ve güvende hissettiklerini görüyoruz. Duygusal bir kriz anı yaşayan çocuk, onun duygularını dinleyen, anlamaya çalışan ve onu sakinleştirebilen bir ebeveyn ile karşılaştığında kendini anlamakta ve duygularını yönetmekte daha az zorluk yaşıyor. Gelişim sürecinde duygusal ve fiziksel ihtiyaçları düzenli olarak karşılandığı için dış dünyayı güvenilir buluyor, sevildiğini hissettiği için kendine daha olumlu bakabiliyorlar.
Kaygılı Bağlanma Stili
Bağlanma kaygısı yüksek olan kişilerin kendileri ve başkaları ile olan ilişkilerini yöneten ana duygu çoğunlukla kaygı oluyor. Bu kişilerin dış dünyaya olan bakış açıları pozitif iken kendilerine karşı olan bakış açıları negatif oluyor. Bu nedenle ilişkilerinde sık sık terk edilme korkusu yaşayabiliyor, karşılarındaki kişinin onları gerçekten sevip sevmediğine emin olmakta zorlanabiliyor ve hatta sevgilerinden emin olmak için çevrelerindeki insanları test edecek durumlar yaratabiliyorlar. Kendilerini sevilmeye layık görmeyebiliyor ve kendilerine çevredeki insanların onlara verdiğini düşündükleri kadar değer verebiliyorlar.
Öte yandan kaygılı bağlanma stiline sahip biri için bir ilişkinin bitişi kişisel bir yıkıma uzanabiliyor. Bu sebeple çatışmalarla başa çıkmakta zorlanabiliyor, fikir ayrılıklarında yoğun bir kaygı hissedip bu çatışmalardan kaçınmak için gerçek düşüncelerini saklayabiliyorlar. Onaylanmaya ve kabul görmeye yoğun bir ihtiyaç duyuyor, onları bırakıp gidebileceğine inandıkları için karşılarındaki kişilerin en küçük mimiğinden ses tonuna kadar detayları fark etmeye çalışabiliyorlar.
Yabancı Durum Deneyi’ne bakıldığında, ebeveynleri ile kaygılı bağlanan çocukların, anneleri bir süre yanlarından ayrıldığında yoğun bir üzüntü ve stres yaşadıkları ve anneleri yanlarına geri döndüğünde dahi bir türlü sakinleşemedikleri ve oyun oynamaya geri dönemedikleri görülüyor. Bağlanma kaygısı yüksek kişilerin çocukluğuna baktığımızda ihtiyaçlarının kimi zaman fark edilirken kimi zaman fark edilmediğini ve dolayısıyla büyürken kendilerini bir belirsizlik içerisinde hissettiklerini görüyoruz. Bu belirsizlik ile baş etmekte zorlanan çocuk, ebeveynlerinden gördüğü istikrarsız ve birbiri ile çelişen bakım biçimini aslında değersiz olduğu ancak bazen değer görmeyi hak edebildiği yönünde algılayabiliyor. Sevgi ve ilgiyi ancak hak edecek bir şey yaptığında gördüğünü düşünen kişiler, yakın ilişkilerinde çok fazla fedakarlık yapan, hep başkalarının ihtiyaçlarını öncelikleyen ve ilişkilerinin sürmesi için çok fazla çaba sarf eden bir konumda olabiliyor.
Kaçıngan Bağlanma Stili
Bağlanma kaçınması yüksek olan kişiler çoğunlukla yakın ilişkilerden kaçınma ve var olan ilişkilerini arada belli bir mesafe ile sürdürme eğiliminde oluyor. Kendilerine karşı pozitif, dış dünyaya karşı ise negatif bir bakış açısına sahip olan bu kişiler, insanlara güvenmekte ve kendilerini başka insanlara açmakta zorlanabiliyorlar. Yakın ilişkilere duygusal yatırım yapmaktan kaçındıkları için ayrılık sonrası fazla zorlanmıyor, yalnız kalmayı ve hayatta yalnızca kendilerine yaslanmayı tercih edebiliyorlar. Yakınlık, bağlanma kaçınması yüksek kişiler için korkutucu ya da rahatsız edici olabiliyor. Bu sebeple bir ilişkide fazla yakınlaştıklarını fark ettiklerinde ilişkiyi sabote edebiliyor ya da farklı gerekçelerle uzaklaşmaya çabalayabiliyorlar.
Yabancı Durum Deneyi’ne baktığımızda, ebeveynleri ile kaçıngan bağlanan çocuklar, anneleri bir süre yanlarından ayrıldığında görünür bir stres yaşamıyorlar. Annenin odadan ayrılışına kayıtsız kaldıkları gibi annenin odaya geri dönüşüne de kayıtsız kalıyorlar. Anne döndükten sonra onunla göz teması kurmamayı tercih ediyor, oyun oynamaya geri dönemiyorlar. Bağlanma kaçınması yüksek insanların çocukluğuna baktığımızda ebeveynlerinin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını fark edemediğini ve sıklıkla ihmal edildiklerini görüyoruz. Ebeveynlerin yoğun bir iş takvimine sahip olması, ailede kronik hastalığı olan birinin bulunması veya kardeşlerden birinin yoğun ilgi talep etmesi gibi faktörler çocukluk döneminde görülen bu ihmali açıklayabiliyor.
Düzensiz Bağlanma Stili
Düzensiz bağlanan kişiler, kaygılı ve kaçıngan bağlanma özelliklerini bir arada barındırabiliyorlar. Yakın ilişkiler kurmayı çok isteseler de bu ilişkileri korkutucu buluyor ve incinmemek için bağlanmaktan kaçınabiliyorlar. Bu durum genellikle bakım ile tehdit kaynağının aynı yerde olduğu bir çocukluğa işaret ediyor. Düzensiz bağlanma stiline sahip olanlar, çocukluğunda yakın aile üyeleri tarafından şiddete ya da istismara uğramış olabiliyor. Aynı kişiden sevginin de tehlikenin de gelmesini bekler durumda olan bu çocuklar, yetişkinlikte karmaşık ve birbiriyle çelişkili bağlanma davranışları gösterebiliyor. Yabancı Durum Deneyi’nde ebeveyn odaya geri döndükten sonra bazı çocukların önce ebeveyne doğru yöneldiği, sonra yolun ortasında aniden durup gözlerini kapattığı gözlemlenebiliyor. Elbette düzensiz bağlanma bu deneyde yalnızca bu şekilde gözlemlenmiyor ancak bunun gibi birbiriyle çelişen bağlanma davranışları düzensiz bağlanma stiline işaret edebiliyor. Bağlanmaya duyulan ihtiyaç ve bağlanma fikrinin hissettirdiği korku bir araya geldiğinde oluşan kafa karışıklığı, sağlıklı bir ilişki kurmayı zorlaştırabiliyor.
Bağlanma Stilleri İlişkilerimizi Nasıl Etkiler?
Sahip olduğumuz bağlanma stili kendimize ve dünyaya duyduğumuz güveni, arzularımızı, korkularımızı, duygusal ihtiyaçlarımızı, kaygılarımızı ve beklentilerimizi şekillendirdiği için romantik ilişkilerden arkadaşlık ilişkilerine bütün ilişkilerimizi derinden etkileyebiliyor. Mesela, kaygılı bağlanma stiline sahip birisi iş hayatında yetersiz olma kaygısı duyduğu için kendine zarar vermek pahasına aşırı derecede fazla sorumluluk üstlenebiliyor.
İlişkiler yalnızca tek bir kişiden oluşmadığı için bizim sahip olduğumuz bağlanma stili kadar karşımızdaki kişinin bağlanma stili de içinde bulunduğumuz ilişkiyi şekillendiriyor. Bağlanma kaygısı yüksek biriyle bağlanma kaçınması yüksek biri ilişkiye girdiğinde eğer farkındalıkları yüksek değilse ve değişmek için çaba göstermiyorlarsa iki tarafın da memnun olamadığı bir durum oluşabiliyor. İçinden çıkılmaz bir döngü yaratan bu dinamikte kaçıngan bağlanan kişinin davranışları kaygılı bağlanan kişinin kaygısını tetikleyebiliyor. Partnerlerinden onay almanın onlar için çok önemli olduğu kaygılı bağlanan kişiler için bu durum kazanılacak bir mücadeleye dönüşebiliyor. Farkında olmasa da kişi, kaçıngan bağlanan partnerinin onay ve sevgisini alabilirse ancak o zaman sevgiye değer olduğunu hissedebileceği düşüncesini taşıyabiliyor. Ancak bu yoğun çaba kaçıngan bağlanan kişinin daha çok uzaklaşmasına sebep olabiliyor. Bu durumda iki kişinin de arzuları ve korkularının farkında olması ve bunları birbirine açıkça ifade etmesi ilişkinin geleceği için önemli oluyor. Kaçıngan bağlanan kişinin yakınlık kurmaya yönelik korkusunu ve kaygılı bağlanan kişinin kaygısını tetikleyen şeyleri tanıması bu döngüyü kırmak için anahtar görev görüyor.
Bağlanma Stilinizi Nasıl Değiştirebilirsiniz?
Bağlanma stillerimiz her ne kadar kökenini çocukluğumuzdan alsa da çocukluğumuzda belli bir şekilde yetiştirilmiş olmamız sahip olduğumuz bağlanma stilinin kaderimiz olduğu anlamına gelmiyor. Bağlanma stilimizin temelleri her ne kadar çocukluğumuzda atılıyor olsa da aslında bağlanma stilimiz hayat boyu karşımıza çıkan bütün ilişkilerimizden etkileniyor. Örneğin, güvenimizin kırıldığı bir ilişki sonrası bağlanmaktan çekinmeye başlayabiliyoruz. Öte yandan, bağlanma stilimizi bilinçli olarak değiştirmek, bu stilin içimizdeki yerini, kaynaklarını ve hangi davranış ve duygularımızda kendini gösterdiğini anlamakla mümkün hale geliyor. Çocukken duygusal ihtiyaçlarımızın neler olduğunu anlayamasak da yetişkinlikte anlayabiliyoruz. İçimizde yükselen o kaygıyı nasıl sakinleştirebileceğimizi küçükken bilmesek de yetişkin olduğumuz zaman o kaygıya kulak verebiliyor, o kaygının hangi ihtiyaçtan oluştuğunu bulabiliyor ve duygularımızı yönetebiliyoruz. Bir duygunun içimizde oluşmasını engelleyemesek de o duygu ile ne yapabileceğimizi bilinçli bir şekilde seçebiliyor, onu anlamaya çalışabiliyor ve o duyguyu sevdiklerimize ifade etmenin sağlıklı yollarını bulabiliyoruz. Küçükken ebeveynlerimizin ya da çevremizdekilerin ihtiyaçlarını tam olarak anlayamasak da yetişkinlikte onlara da kulak verebiliyor, onların hangi ihtiyaçlarının bizde neleri tetiklediğini ve bizim hangi davranışlarımızın onlarda neleri tetiklediğini anlayabiliyoruz. Böylece ihtiyacımız olan o güvenli bağı kurma yolunda adım atabiliyoruz.
Partnerinle Güvenli Bağlanman Adına #RelateYanında!
Temeli ilk çocukluk deneyimlerimizde atılan bağlanma stillerimizi bir anda değiştirmek mümkün olmasa da bağlanma ihtiyaçlarımızı anlamaya başladığımızda ve duygularımızı düzenleyebildiğimizde zamanla bağlanma örüntülerimizin değiştiğini görebiliyoruz. Bir şeyleri hemen değiştiremesek de sahip olduğumuz bağlanma stilini anlamamız ve bununla ilgili çaba sarf etmemiz ilişkimizi yürütmemiz için önem taşıyor. Nasıl var olan bağlanma stilimizi bir ilişki içerisinde öğrendiysek güvenli bağlanmayı da bir başka ilişki içerisinde öğrenebiliyoruz. Bu uzun ve çetrefilli bir yol olsa da bu yolda yalnız kalmamanın seni motive edeceğini biliyoruz. Bu sebeple senin için 30 gün sürecek bir “Partnerle Güvenli Bağlanmak” yolculuğu tasarladık! Dilersen hemen şimdi Relate uygulamasını açarak ilk günden başlayabilirsin.